2.1. Görsel İletişim


20.yüzyılın ortalarında yaygınlaşan televizyonların, çok kanallı sisteme geçişiyle beraber televizyon kanalı sahipleri bu teknolojiyi tamamen rant amaçlı kullanmaya yönelmişlerdir. İzlenirliği yüksek tutup yayınladıkları reklamlar ile köşeyi dönme arzusu, televizyonu bir ‘aptal kutusu’ haline getirmiş, insanların boş vakitlerini yararsız bir şekilde geçirmelerine sebep olmuştur. Ve özellikle son 15 yıldır insanların hayatlarını değiştirmek için medet umdukları, ve hatta kendi hayatlarıyla oynadıkları bir ‘Herkes bir gün 15 dakikalığına meşhur olacak’ argümanın odak noktası haline gelmişlerdir. Oysa ki televizyon, ilk zamanlarında, devlet adamlarının politikalarını halka anlatmak için kullandıkları bir yoldur. Ayrıca gelişimini hızla sürdüren sinema sektörünün bir gösterim alanıdır. Peki ya şu anda ne amaçla kullanılmaktadır?

Eğer Türkiye’yi göz önüne alırsak, televizyon kanallarının yayın akışı bizlere herşeyi açık açık anlatacaktır diye düşünüyorum. Televizyon programlarını tek tek ele alıp tartışmanın anlamı yoktur. Ancak burada irdelenmesi gereken konu şudur. Ekonomik dengeyi sağlamanın bir numaralı koşulu arz-talep dengesini tutturmaktır. Hayatın her alanında geçerli olan bu orana göre, eğer televizyondaki bu niteliksiz programların takipçisi olmasaydı, bu programlar ortadan kalkacaktı diye düşünebiliriz. O halde, insanların televizyonsuz yaşayamamalarının sebeplerini bulmamız gerekir.

Herhangi bir romandan uyarlanmış bir televizyon dizisi ortalama 2 saatlik gösterimler ile 3 sezon boyunca her hafta oynuyorsa, bu dizinin toplam gösterim süresi yaklaşık 216 saat yapıyor demektir. O roman kitap halinde okunsa hem 216 saat sürmez, hem de birincil kaynaktan okunmuş olur. Ayrıca kitabın bütününde 216 saatlik hikaye yoktur bile. Çeşitli duygu yüklemeleriyle doldurulmuş dizilerin işte bu yanı izleyiciye çekici gelmekte, romanı okumuş olsa bile izleyicinin diziyi takip etmesini sağlamaktadır. Sadece bir diziyi takip eden insan bile, dünyada üzünülmesi gereken binlerce olay, bilinip önlem alınması gereken on binlerce konu, yaşamını zar zor sürdüren milyonlarca insan varken, 2 saat boyunca bir hayal kahramanına ağlayabilir. Bu kadar çok sayıda dizinin bu kadar çok sayıda takipçisinin olmasını birden çok nedene bağlayabiliriz. Örneğin bu nedenler arasında acıma duygusu, nefret, üst sınıflara özenmek, eğlence veya aşk olabilir. Bunlardan bana izleme açısından en mantıklısı eğlence gibi geliyor. Vakit kaybının dışında dizilerdeki hikayeyi, karakterleri kendi yaşamıyla birleştiren, onlar gibi olmaya çalışan insanların, bu dizilerin en tehlikeli yansıması olduklarını düşünüyorum.

Tabii ki söz konumuz izleyiciye başka kaynaklardan edinemeyeceği bir bilgi katan televizyon dizileri değil. Ancak böyle bir dizinin, en azından Türk dizileri içerisinde, bulunduğunu zannetmiyorum. Bulursanız bana da haber veriniz, lütfen.

2.İletişim


İletişim, sözlük anlamı ile, iletilen bilginin hem gönderici hem de alıcı tarafından anlaşıldığı ortamda bilginin bir göndericiden bir alıcıya aktarılma sürecidir. Hepimizin bildiği üzere sözlü ve yazılı iletişim olmak üzere iki kısma ayrılır. Sözlü iletişimde dinleyiciyi daha çok etki altında bırakmak mümkündür. Yazılı iletişimde ise etki gücü, yazarın kabiliyetine kalmış bir eylemdir. Bu yazımda sorgulamak istediğim olgu, hangi iletişim türünü hangi kabiliyet ile kullanabildiğimiz olacaktır.

Farklı görüşten iki insanın, ayrım yaşadıkları bir konu üzerinde tartışması mental bir savaştır. Her savaşta olduğu gibi güçlü ve güçsüz olan taraf bulunur. “Çok gezen mi daha çok bilir çok okuyan mı?” çok klişe bir sorudur. Bu tarz bir savaşta tarafların ordularındaki asker sayısı o insanın gezip, görüp, yaşadıklarına, savaş teçhizatları ise o insanın bilgisine denk düşünülebilir. Aynı teorik-pratik bütününde olduğu gibi bu iki kavram da birbirinden ayrılmaz mutlak bir bütündür. Taktik anlayışları ise bir tartışmanın sonucunu belirler.

Eğer insanların kafasında savunduğunuzu haklı çıkaracak bir soru işareti yaratabiliyorsanız, insanları etkiniz altına alıyorsunuz demektir. Özellikle katı düşünceli insanların kalıplarında açılacak bir oyuk, o insanı sorgulamaya yöneltir. Eğer sorgulatırsanız kazanırsınız. Sorgulatabilmenin tek olanaklı yolu, savunduğunuz bilginin dışında karşınızdakinin konuştuklarına da hakim olabilmektir. Kişisel gelişim kitabına dönüşmeden asıl konuma geçiyorum.

Orta Çağ’dan beri her ideolojik söylem, söz ve yazı yoluyla insanlara ulaşmış, bu insanların o ideolojiyi benimseyip benimsememelerine göre ya tarihe karışmış ya da geçerli sistem haline gelmiştir. Bu sistem değişikliklerinin çıkış noktası farklı felsefi akımlar olmuştur. Buna sonraki yazılarımda değineceğim. Ancak asıl olan şudur ki, hiçbir siyasal savaşım elektronik ortam üzerinde olmamıştır. Bu nedenle, internet üzerinden yapılan tartışmaların yersiz olduğu doğrudur. Ancak insanlara hitap olanağı açısından oldukça gereklidir. Elektronik ortam üzerinde de iletişim ikiye ayrılır.

  • Görsel İletişim
  • Yazılı İletişim

1.Önsöz

21.yüzyıl gençliği okumayı sevmez. Bir kitabı tutmak ellerine ağır bir yük olarak geldiği gibi, sayfa çevirmeyi gereksiz ve anlamsız bulurlar. Onlar için sayfa dediğin farenin orta tekerleği ile değişmelidir. Ve ancak okudukları bir video alt yazısı ise bu zahmete katlanırlar.

20.yüzyılda başlayıp 21.yüzyılda daha da hızlanarak devam eden görsel medyanın gelişimi ve interaktif internet sitelerinin yayılımı, insanların yeni bilgilere daha kolay ulaşmasını sağlasa da, bu çağ atlamanın yüzde yüz pozitif etkilerinin bulunduğunu söyleyemeyiz. Çünkü; görsel medyanın çoğu yayıncısı kitaplardaki bütün bilgileri izleyicisine olduğu gibi aktarmaz, ve aslında, kitaplardaki bilgileri de aktarmaz. İzleyicinin edineceği bilgi yayıncının isteği doğrultusunda hazırlanır. Ve bu sebeptendir ki, izleyicinin ne bilmesi isteniyorsa ona yönelik videolar/haberler yayınlanır. İnsanın asıl edineceği bilgi kitaplardadır. Ancak şu noktada görsel medyanın ve popüler kültürün tamamının ihracını savunmak hem ütopik hem de gereksiz olacaktır. Elimizde bir çok insana aynı anda ulaşabileceğimiz bir olanak varken, bunu elimizin tersiyle itip atmak, gittikçe asosyalleşen topluma gidiş yollarımızı tıkayacak, doğru bildiklerimizi anlatma olasılığımızı ortadan kaldıracaktır.

Bu blog sitesini açmaya karar vermem tam da bu noktaya denk gelmektedir. Çağı eleştirebilmek için öncelikle çağa ayak uydurmak gerekir. Bu yazılarımda, kafamda analiz ettiğim her konuyu sizinle paylaşabilmeyi umuyorum.